Mustafa İsmail Okur: “ Kaleiçi semti Edirne’nin en önemli noktası olması gerekirken, adeta bir mezbelelik konumuna itiliyor. Aynı konu Uzunköprü için de geçerli. Dünyada içinden nehir geçen şehirler çok ama iki nehrin kucakladı şehir tek, o da Edirne”
•
Mustafa
İsmail Okur,
1968 yılında Samsun’da doğdu. 1997 yılından beri Edirne’de ticaret yapıyor.
Uzunköprü’de de ailecek işlettikleri çeltik fabrikası var. Hem Edirne’de, hem
de Rusya’da çeltik ekimi yaparak çiftçilikle de uğraşıyor. Ak Parti Edirne İl
Yönetiminde görevli. Atatürk Milliyetçiliğini Türk Milliyetçiliği olarak sıfatlandıran,
yardımsever bir insan olarak tanınıyor.
► Türkiye’deki
tarım politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Çiftçiye verilen destek sizi
tatmin ediyor mu? Tarımın daha iyi olması için çözüm önerileriniz nelerdir?
Mustafa İsmail Okur: Tabi
ki dört dörtlük değil. Türkiye’yi ayakta tutan tarımdır. Ekonomik krizden geçen
ülkemiz tarıma sıkı sıkıya tutunmak zorunda. Çiftçinin elini rahatlatmak için
mazot ve gübre destekleri çiftçiye daha erken gönderilebilir diye düşünüyorum.
Şu an çiftçinin belini büken gübre zamları. Bu konu hakkında çalışmalar
yapıldığını Ziraat odası başkanımızdan öğrendim. Umuyorum nihayete erer. Nasıl
ki mazota gelen zamdan ÖTV’den ötürü çiftçi etkilenmiyor ise bu uygulama gübre
için de geçerli olmalı. Çeltikte üç dört yıldır on kuruş destekleme yapılıyor.
Bu neden yirmi kuruşa çıkartılmasın? Çiftçi kazanırsa herkes kazanır. Az önce
de söylediğim gibi politikalar dört dörtlük değil ama çiftçimiz de daha aktif
olmalı, daha cesur davranmalı. Sadece buğday, ayçiçeği ekerek tarım yapmaktansa
alternatif tarım ürünlerine eğilmek gerek. İnanın bu daha kazançlı olacaktır.
Örneğin çiftçimiz kanola eksin, siyez buğdayı eksin, siyah mercimek, siyah
nohut eksin. Bunlar katma değerli ürünlerdir. Bir çiftçi olarak bende bu
ürünlere yöneldim. Çiftçimiz kendini kalkındırmadan lüks harcamaya kaçıyorlar.
Bir milyon liraya arazi almak, devamlı traktör, biçerdöver değiştirmek,
makinenin en iyisini, en lüksünü almak ve bunları da devamlı değiştirmek gibi
hatalara düşüyorlar. İnsanımızın genelinde olan bu tüketim çılgınlığı tarımda
da var. Oysaki tarım sektörü bu harcamalara bu lükse müsait değil. Elbette
işini iyi yapmak için yatırım yapmak gerek ama çiftçilerimiz önce kazanıp,
kendini kurtarmak zorunda. Türkiye’de her şey çiftçinin aleyhine işliyor.
Rusya’da da tarım yaptığımı söylemiştim. Küçük bir mukayese yapmak gerekirse,
burada mazot ve girdiler pahalı. Rusya’da ise durum öyle değil. Burada 3 yıl çiftçilik
yaptığımda harcayacağım para ile Rusya’da 49 yıllık yer kiraladım. Bunun gibi
düşüncelerimizi aktif siyasetin içerisinde olan herkesle paylaşmaya gayret
ediyoruz. Aynı zamanda çiftçilerimizin sorunları her daim ziraat odası
başkanımız ile görüşüyor, dertlerine derman olmaya çalışıyoruz.
► Son
yıllarda Edirne’ye gelen yatırımcıların şehrimizden çok fazla toprak satın
aldığını gözlemliyoruz. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Mustafa İsmail Okur: Trakya’da
ne görüyorlar da topraklarımızı satın alıyorlar anlam veremiyorum! Trakya
toprakları tabi ki çok değerli, bunu ironi olarak söylüyorum ama toprakları
alan kişilerin art niyetli olmasından, ülkemiz için zararlı işler yapmasından
endişe etmekteyim. Yabancılar parayı bastırıp toprak satın alabiliyorlar.
Yunan, İsrail vatandaşı hiç fark etmiyor! Toprağını satan da paraya bakıyor.
Kim isterse, parayı bastırıp alabiliyor. Yeraltı kaynakları açısından da çok
kıymetli bir bölge Trakya. Bu yüzden endişe etmekteyim. Maalesef insanlarımız
bu konuda duyarlı değil. Sorduğunuz soru dikkat çekilmesi gereken bir konu.
► Edirne
bir turizm kenti. Edirne’nin bir turizm kenti olarak sıkıntılarını sorsak ne
söylersiniz? Çözüm önerileriniz nelerdir?
Mustafa İsmail Okur: Öncelikle
şunu ifade edeyim, Edirne’de yaşayan insanlar Edirne’nin değerini bilmiyorlar.
Edirne’nin değerlerine sahip çıkmak buranın insanının birinci vazifesi.
Yıllardır Edirne’de yaşayıp, Edirne’nin tarihi eserlerini ziyaret etmemiş, ayak
basmamış insanlarımız var. Viyana’da ve
Litvanya’da Edirne’deki Kaleiçi’ne benzeyen yerler var. Eski tarihi olan bir
yerler. Tarihi dokusunun tamamı aynen duruyor. Eski yapıların tamamı restore
edilmiş. İçerisinde turizme hitap eden restoran, kafe tarzı iş kurumları
bulunmakta. Sanat galerisi, müzik, bale kursu gibi sanatsal faaliyetlere hizmet
eden organizasyonlar da mevcut. İçeriye girdiğinizde kendinizi eski bir tarihte
hissediyorsunuz. Kendinizi film setinde hissediyorsunuz. Mimari yapısı, yollar
ve çeşmeler dâhil eski kültüre uygun bir şekilde dizayn edilmiş. Kaleiçi’nin
durumuna bakınca üzülüyorum. Restorasyonu yapılmayan, atıl durumda birçok
tarihi ev var. Bu tarihi evler ile iç içe betonarme yeni evler de yapılıyor. Bu
betonarme evler estetik kaygıdan uzak, tarihi evlerin mimari yapısı ile
birbirine hiç benzemeyen yapılar olduğu için Kaleiçi maalesef hak ettiği değeri
görmüyor, Edirne’nin en önemli noktası olması gerekirken, adeta bir mezbelelik
konumuna itiliyor. Burada Yahudiler, Ermeniler, Rumlar yaşamış. Kaleiçi’nde
onların yaşam tarzını yansıtan yapılar var. Bunları aslına uygun olarak yapmak
gerekiyor ki Osmanlı’nın her kültürü kucaklayan sosyal yapısı Edirne’ye gelen
turistlere yansıtılsın. Edirne’yi Viyana’ya benzetmemin bir sebebi de,
bahsettiğim bölgenin hemen yakınında bir nehir olması. Bu nehir belki
Edirne’mizin nehirlerinden daha küçük ama bakımlı, temiz ve turizme tam
manasıyla açılmış. Bizim nehrimiz bütün Edirne’yi kucaklıyor üstelik. Yeni
İmaret’ten, diğer sınırlarımıza kadar… Orada yeni yerleşim eski yerleşimi nehir
aracılığıyla bölmüş, burada ise bizim nehrimiz şehri kucaklıyor. Bahsettiğim yapıyı
örnek alarak Kaleiçi’ni trafiğe kapatmak, restore etmek zorundayız. Dünyada
içinden nehir geçen İtalya’da Floransa, Venedik ve Roma, Rusya’da Petersburg,
Bosna Hersek’de Mostar, Macaristan’da Budapeşte, Avusturya’da Graz, Almanya’da
Berlin, Desten ve Köln, İngiltere’de Londra, Makedonya’da Üsküp, Fransa’da
Paris ve Lion, Letonya’da Riga, Litvanya’da Vilnius, Polonya’da Varşova,
Avusturya’da Viyana, İsveç’te Basel, Portekiz’de Lizbon, Sırbistan’da Belgrad,
İspanya Sevilla, Belçika’da Bruges, Hollanda’da Roterdam ve Amsterdam,
Ukrayna’da Kiev, Rusya’da Moskova, Slovenya’da Ljublijana, Portakiz’de Porto,
İsveç’te Bern gibi birçok turizm kenti sayabiliriz ama doğal iki nehrin
kucakladı şehir tek, o da Edirne.
Belediyecilik
konusunda da birkaç şey söylemek istiyorum: Edirne halkının takdirine saygı
duyuyoruz ama altyapı ile ilgili problemler ortada, tarihi ve kültürel
değerlerimize sahip çıkılmıyor, yıllardır aynı sorunları dillendiriyoruz. Bunu
çözmek yine insanımızın elinde. Belediye seçimlerinde kim daha çok hizmet eder,
kim Edirne’yi kalkındırır sorusunu kendilerine sorsunlar ve siyasi görüşlerini
bir tarafa bırakarak oy versinler. Sorunlar yalnızca Edirne merkez için geçerli
değil. Kaleiçi ne durumda ise Uzunköprü’müz de aynı durumda. Uzunköprü UNESCO
dünya mirası tarafından korunan bir eser ama etrafı pislik içerisinde. Ne
olduğu belirsiz insanların uğrak yeri haline gelmiş bir köprü var Uzunköprü
ilçemizde. Etrafında yıkık dökük binalar, tam bir mezbelelik. Ne Kaleiçi, Ne
Uzunköprü ne de Edirne bunları hak etmiyor! Ergene nehrinin durumu ortada. Bir
türlü temizlenemiyor. Rahmetli Süleyman Demirel de bu sorunu dile getiriyordu,
yıllar geçti aynı sorun şu an Cumhurbaşkanımız tarafından hala dile
getiriliyor. Vakti zamanında Haliç temizlendi, istense Ergene de temizlenir.
Hafta sonu trafik sorunu da yaşamaya başladık. Yabancı turistlerin yoğun olduğu
hafta sonu ciddi trafik sorunu yaşamaya başladık. Alternatif yol güzergâhları
belirlemek gerekiyor. Edirne halkı ve esnafı mazlum ve mülayimdir. Turistlere
her daim iyi davranırlar. İnsanımız açısından sorun yok ama belediye açısından
sorun yaşıyoruz. Edirne’ye gelenler trafik sorunu yaşarsa, otopark sorunu
yaşarsa, akşam burada kalmak için bir sebepleri olmazsa neden tekrar Edirne’ye
gelsinler. Turist getirmek kolaydır ama turistler kaçarsa bir daha getirmek
zordur. Saray içi bölgesini düşünelim. Orası sadece panayır zamanı mı hareketli
olacak? Osmanlı’nın eski sarayının olduğu bölge böyle mi olmalı? Oraya Osmanlı dönemini
hatırlatan bir merkez kurulabilir, eğlence merkezleri kurulabilir, restoran ve
kafeler yapılarak, Osmanlı’nın ruhu yeniden canlandırılabilir. Biz daha fazla
turist gelsin diyoruz ama altyapı sorununu çözmeden bunu istemek mantıksız.
Kakava, Kırkpınar gibi etkinliklerde insanlar kalacak yer bulamadı, parklarda
yattılar; yemek yiyecek yer bulamadılar. Altyapı sorununu halletmeden şehrimiz
daha fazla turisti maalesef kaldırmaz. Kaleiçi’nden bahsettik. Bu konuda bir
şey söylemek istiyorum. Orayı imara açabilecek, kentsel dönüşümü yapacak ve
tarihi evleri yeniden canlandıracak tek güç TOKİ’dir. Burada da iş dönüyor
dolaşıyor siyasete geliyor. Devlet hükümetin yönlendirmesi ile bu işleri
yapacak güç ve imkâna sahiptir. Vatandaşlarımızın belediye seçimlerinde bunları
dikkate alarak tercih yapması en büyük temennimiz. Bizler iyi bir ekip ve
imkanlar ile Edirne’nin bütün sorunlarını çözeceğimize inanıyoruz.
► Kendi
bakış açınıza göre bize Türk Milliyetçiliğinin tarifini yaparmısınız?
Mustafa İsmail Okur: Bana
göre Türk Milliyetçiliği ırk milliyetçiliği değil, Laz’ı ile, Çerkez’i ile,
Kürt’ü ile, Arnavut’u ile, Boşnak’ı ile ………. 72 milleti ile aynı toprakların
üstünde yaşayanların kültürel bütünlüğüdür. Türk Milliyetçiliği kesinlikle bir
partini veya kurumun tekelinde tutulacak kadar küçük kavram değildir. Türk
Milliyetçileri vatan, millet ve bayrak için canını vermeye hazır insanlardır.
Bir Türkün üzüntüsü ile üzülüyorsak, sevinci ile seviniyorsak, havada uçan
kendi uçağımızla, tarlada kendi ürettiğimiz traktörümüz ile terör mücadelesi
veya tatbikatlarda kullandığımız kendi ürettiğimiz silahımızla, milyonlarca
işçinin çalıştığı teknolojisini yaptığımız kendi fabrikalarımızla gurur
duyabiliyorsak, tarihimize ve tarihi eserlerimize sahip çıkıyorsak ve bunları yapmak
için var gücümüzle çalışıyorsak, bunların yapılması için vergimizi ödüyorsak
biz Türk Milliyetçisiyiz demektir. Bu Türk Milleti sevgisidir, Türk
Milliyetçiliği. Rengini şehit kanından alan al yıldızlı bayrağımızı başımızın
üzerinde taşımak bizim gözümüzde Türk Milliyetçiliğidir. Türk Milliyetçiliği
bizim gözümüzde Atatürk’ün çizdiği yoldur. Türk Birliği veya Turancılık ayrı
bir olgudur.
Türk
Birliği ülküsü, yeryüzündeki bütün Türklerin bir millet ve devlet halinde, bir
bayrak altında toplanması ülküsüdür. Bunun tahakkuku, bazı kimselere ilk
bakışta imkansız gibi görünebilir. Bazı kesimler, bunu zararlı bir hayal olarak
da vasıflandırabilir. Fakat unutmamak lazım ki, her hakikat önce bir hayal ile
başlar. Yine hatırlamak gerekir ki, 1919 yılında hür ve müstakil bir Türkiye
kurmak için Gazi Mustafa Kemal Atatür’ün önderliğinde Anadolu’da dünyanın
galiplerine karşı savaşa girişmek de çılgınlık ve hayal diye
vasıflandırılmıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder