12 Eylül 2018 Çarşamba

Mustafa İsmail Okur: “ Kaleiçi semti Edirne’nin en önemli noktası olması gerekirken, adeta bir mezbelelik konumuna itiliyor. Aynı konu Uzunköprü için de geçerli. Dünyada içinden nehir geçen şehirler çok ama iki nehrin kucakladı şehir tek, o da Edirne”


Mustafa İsmail Okur: “ Kaleiçi semti Edirne’nin en önemli noktası olması gerekirken, adeta bir mezbelelik konumuna itiliyor. Aynı konu Uzunköprü için de geçerli. Dünyada içinden nehir geçen şehirler çok ama iki nehrin kucakladı şehir tek, o da Edirne”

Mustafa İsmail Okur, 1968 yılında Samsun’da doğdu. 1997 yılından beri Edirne’de ticaret yapıyor. Uzunköprü’de de ailecek işlettikleri çeltik fabrikası var. Hem Edirne’de, hem de Rusya’da çeltik ekimi yaparak çiftçilikle de uğraşıyor. Ak Parti Edirne İl Yönetiminde görevli. Atatürk Milliyetçiliğini Türk Milliyetçiliği olarak sıfatlandıran, yardımsever bir insan olarak tanınıyor.

Türkiye’deki tarım politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Çiftçiye verilen destek sizi tatmin ediyor mu? Tarımın daha iyi olması için çözüm önerileriniz nelerdir?
Mustafa İsmail Okur: Tabi ki dört dörtlük değil. Türkiye’yi ayakta tutan tarımdır. Ekonomik krizden geçen ülkemiz tarıma sıkı sıkıya tutunmak zorunda. Çiftçinin elini rahatlatmak için mazot ve gübre destekleri çiftçiye daha erken gönderilebilir diye düşünüyorum. Şu an çiftçinin belini büken gübre zamları. Bu konu hakkında çalışmalar yapıldığını Ziraat odası başkanımızdan öğrendim. Umuyorum nihayete erer. Nasıl ki mazota gelen zamdan ÖTV’den ötürü çiftçi etkilenmiyor ise bu uygulama gübre için de geçerli olmalı. Çeltikte üç dört yıldır on kuruş destekleme yapılıyor. Bu neden yirmi kuruşa çıkartılmasın? Çiftçi kazanırsa herkes kazanır. Az önce de söylediğim gibi politikalar dört dörtlük değil ama çiftçimiz de daha aktif olmalı, daha cesur davranmalı. Sadece buğday, ayçiçeği ekerek tarım yapmaktansa alternatif tarım ürünlerine eğilmek gerek. İnanın bu daha kazançlı olacaktır. Örneğin çiftçimiz kanola eksin, siyez buğdayı eksin, siyah mercimek, siyah nohut eksin. Bunlar katma değerli ürünlerdir. Bir çiftçi olarak bende bu ürünlere yöneldim. Çiftçimiz kendini kalkındırmadan lüks harcamaya kaçıyorlar. Bir milyon liraya arazi almak, devamlı traktör, biçerdöver değiştirmek, makinenin en iyisini, en lüksünü almak ve bunları da devamlı değiştirmek gibi hatalara düşüyorlar. İnsanımızın genelinde olan bu tüketim çılgınlığı tarımda da var. Oysaki tarım sektörü bu harcamalara bu lükse müsait değil. Elbette işini iyi yapmak için yatırım yapmak gerek ama çiftçilerimiz önce kazanıp, kendini kurtarmak zorunda. Türkiye’de her şey çiftçinin aleyhine işliyor. Rusya’da da tarım yaptığımı söylemiştim. Küçük bir mukayese yapmak gerekirse, burada mazot ve girdiler pahalı. Rusya’da ise durum öyle değil. Burada 3 yıl çiftçilik yaptığımda harcayacağım para ile Rusya’da 49 yıllık yer kiraladım. Bunun gibi düşüncelerimizi aktif siyasetin içerisinde olan herkesle paylaşmaya gayret ediyoruz. Aynı zamanda çiftçilerimizin sorunları her daim ziraat odası başkanımız ile görüşüyor, dertlerine derman olmaya çalışıyoruz.
Son yıllarda Edirne’ye gelen yatırımcıların şehrimizden çok fazla toprak satın aldığını gözlemliyoruz. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Mustafa İsmail Okur: Trakya’da ne görüyorlar da topraklarımızı satın alıyorlar anlam veremiyorum! Trakya toprakları tabi ki çok değerli, bunu ironi olarak söylüyorum ama toprakları alan kişilerin art niyetli olmasından, ülkemiz için zararlı işler yapmasından endişe etmekteyim. Yabancılar parayı bastırıp toprak satın alabiliyorlar. Yunan, İsrail vatandaşı hiç fark etmiyor! Toprağını satan da paraya bakıyor. Kim isterse, parayı bastırıp alabiliyor. Yeraltı kaynakları açısından da çok kıymetli bir bölge Trakya. Bu yüzden endişe etmekteyim. Maalesef insanlarımız bu konuda duyarlı değil. Sorduğunuz soru dikkat çekilmesi gereken bir konu.
Edirne bir turizm kenti. Edirne’nin bir turizm kenti olarak sıkıntılarını sorsak ne söylersiniz? Çözüm önerileriniz nelerdir?
Mustafa İsmail Okur: Öncelikle şunu ifade edeyim, Edirne’de yaşayan insanlar Edirne’nin değerini bilmiyorlar. Edirne’nin değerlerine sahip çıkmak buranın insanının birinci vazifesi. Yıllardır Edirne’de yaşayıp, Edirne’nin tarihi eserlerini ziyaret etmemiş, ayak basmamış insanlarımız var. Viyana’da ve Litvanya’da Edirne’deki Kaleiçi’ne benzeyen yerler var. Eski tarihi olan bir yerler. Tarihi dokusunun tamamı aynen duruyor. Eski yapıların tamamı restore edilmiş. İçerisinde turizme hitap eden restoran, kafe tarzı iş kurumları bulunmakta. Sanat galerisi, müzik, bale kursu gibi sanatsal faaliyetlere hizmet eden organizasyonlar da mevcut. İçeriye girdiğinizde kendinizi eski bir tarihte hissediyorsunuz. Kendinizi film setinde hissediyorsunuz. Mimari yapısı, yollar ve çeşmeler dâhil eski kültüre uygun bir şekilde dizayn edilmiş. Kaleiçi’nin durumuna bakınca üzülüyorum. Restorasyonu yapılmayan, atıl durumda birçok tarihi ev var. Bu tarihi evler ile iç içe betonarme yeni evler de yapılıyor. Bu betonarme evler estetik kaygıdan uzak, tarihi evlerin mimari yapısı ile birbirine hiç benzemeyen yapılar olduğu için Kaleiçi maalesef hak ettiği değeri görmüyor, Edirne’nin en önemli noktası olması gerekirken, adeta bir mezbelelik konumuna itiliyor. Burada Yahudiler, Ermeniler, Rumlar yaşamış. Kaleiçi’nde onların yaşam tarzını yansıtan yapılar var. Bunları aslına uygun olarak yapmak gerekiyor ki Osmanlı’nın her kültürü kucaklayan sosyal yapısı Edirne’ye gelen turistlere yansıtılsın. Edirne’yi Viyana’ya benzetmemin bir sebebi de, bahsettiğim bölgenin hemen yakınında bir nehir olması. Bu nehir belki Edirne’mizin nehirlerinden daha küçük ama bakımlı, temiz ve turizme tam manasıyla açılmış. Bizim nehrimiz bütün Edirne’yi kucaklıyor üstelik. Yeni İmaret’ten, diğer sınırlarımıza kadar… Orada yeni yerleşim eski yerleşimi nehir aracılığıyla bölmüş, burada ise bizim nehrimiz şehri kucaklıyor. Bahsettiğim yapıyı örnek alarak Kaleiçi’ni trafiğe kapatmak, restore etmek zorundayız. Dünyada içinden nehir geçen İtalya’da Floransa, Venedik ve Roma, Rusya’da Petersburg, Bosna Hersek’de Mostar, Macaristan’da Budapeşte, Avusturya’da Graz, Almanya’da Berlin, Desten ve Köln, İngiltere’de Londra, Makedonya’da Üsküp, Fransa’da Paris ve Lion, Letonya’da Riga, Litvanya’da Vilnius, Polonya’da Varşova, Avusturya’da Viyana, İsveç’te Basel, Portekiz’de Lizbon, Sırbistan’da Belgrad, İspanya Sevilla, Belçika’da Bruges, Hollanda’da Roterdam ve Amsterdam, Ukrayna’da Kiev, Rusya’da Moskova, Slovenya’da Ljublijana, Portakiz’de Porto, İsveç’te Bern gibi birçok turizm kenti sayabiliriz ama doğal iki nehrin kucakladı şehir tek, o da Edirne.
Belediyecilik konusunda da birkaç şey söylemek istiyorum: Edirne halkının takdirine saygı duyuyoruz ama altyapı ile ilgili problemler ortada, tarihi ve kültürel değerlerimize sahip çıkılmıyor, yıllardır aynı sorunları dillendiriyoruz. Bunu çözmek yine insanımızın elinde. Belediye seçimlerinde kim daha çok hizmet eder, kim Edirne’yi kalkındırır sorusunu kendilerine sorsunlar ve siyasi görüşlerini bir tarafa bırakarak oy versinler. Sorunlar yalnızca Edirne merkez için geçerli değil. Kaleiçi ne durumda ise Uzunköprü’müz de aynı durumda. Uzunköprü UNESCO dünya mirası tarafından korunan bir eser ama etrafı pislik içerisinde. Ne olduğu belirsiz insanların uğrak yeri haline gelmiş bir köprü var Uzunköprü ilçemizde. Etrafında yıkık dökük binalar, tam bir mezbelelik. Ne Kaleiçi, Ne Uzunköprü ne de Edirne bunları hak etmiyor! Ergene nehrinin durumu ortada. Bir türlü temizlenemiyor. Rahmetli Süleyman Demirel de bu sorunu dile getiriyordu, yıllar geçti aynı sorun şu an Cumhurbaşkanımız tarafından hala dile getiriliyor. Vakti zamanında Haliç temizlendi, istense Ergene de temizlenir. Hafta sonu trafik sorunu da yaşamaya başladık. Yabancı turistlerin yoğun olduğu hafta sonu ciddi trafik sorunu yaşamaya başladık. Alternatif yol güzergâhları belirlemek gerekiyor. Edirne halkı ve esnafı mazlum ve mülayimdir. Turistlere her daim iyi davranırlar. İnsanımız açısından sorun yok ama belediye açısından sorun yaşıyoruz. Edirne’ye gelenler trafik sorunu yaşarsa, otopark sorunu yaşarsa, akşam burada kalmak için bir sebepleri olmazsa neden tekrar Edirne’ye gelsinler. Turist getirmek kolaydır ama turistler kaçarsa bir daha getirmek zordur. Saray içi bölgesini düşünelim. Orası sadece panayır zamanı mı hareketli olacak? Osmanlı’nın eski sarayının olduğu bölge böyle mi olmalı? Oraya Osmanlı dönemini hatırlatan bir merkez kurulabilir, eğlence merkezleri kurulabilir, restoran ve kafeler yapılarak, Osmanlı’nın ruhu yeniden canlandırılabilir. Biz daha fazla turist gelsin diyoruz ama altyapı sorununu çözmeden bunu istemek mantıksız. Kakava, Kırkpınar gibi etkinliklerde insanlar kalacak yer bulamadı, parklarda yattılar; yemek yiyecek yer bulamadılar. Altyapı sorununu halletmeden şehrimiz daha fazla turisti maalesef kaldırmaz. Kaleiçi’nden bahsettik. Bu konuda bir şey söylemek istiyorum. Orayı imara açabilecek, kentsel dönüşümü yapacak ve tarihi evleri yeniden canlandıracak tek güç TOKİ’dir. Burada da iş dönüyor dolaşıyor siyasete geliyor. Devlet hükümetin yönlendirmesi ile bu işleri yapacak güç ve imkâna sahiptir. Vatandaşlarımızın belediye seçimlerinde bunları dikkate alarak tercih yapması en büyük temennimiz. Bizler iyi bir ekip ve imkanlar ile Edirne’nin bütün sorunlarını çözeceğimize inanıyoruz.
Kendi bakış açınıza göre bize Türk Milliyetçiliğinin tarifini yaparmısınız?
Mustafa İsmail Okur: Bana göre Türk Milliyetçiliği ırk milliyetçiliği değil, Laz’ı ile, Çerkez’i ile, Kürt’ü ile, Arnavut’u ile, Boşnak’ı ile ………. 72 milleti ile aynı toprakların üstünde yaşayanların kültürel bütünlüğüdür. Türk Milliyetçiliği kesinlikle bir partini veya kurumun tekelinde tutulacak kadar küçük kavram değildir. Türk Milliyetçileri vatan, millet ve bayrak için canını vermeye hazır insanlardır. Bir Türkün üzüntüsü ile üzülüyorsak, sevinci ile seviniyorsak, havada uçan kendi uçağımızla, tarlada kendi ürettiğimiz traktörümüz ile terör mücadelesi veya tatbikatlarda kullandığımız kendi ürettiğimiz silahımızla, milyonlarca işçinin çalıştığı teknolojisini yaptığımız kendi fabrikalarımızla gurur duyabiliyorsak, tarihimize ve tarihi eserlerimize sahip çıkıyorsak ve bunları yapmak için var gücümüzle çalışıyorsak, bunların yapılması için vergimizi ödüyorsak biz Türk Milliyetçisiyiz demektir. Bu Türk Milleti sevgisidir, Türk Milliyetçiliği. Rengini şehit kanından alan al yıldızlı bayrağımızı başımızın üzerinde taşımak bizim gözümüzde Türk Milliyetçiliğidir. Türk Milliyetçiliği bizim gözümüzde Atatürk’ün çizdiği yoldur. Türk Birliği veya Turancılık ayrı bir olgudur.
Türk Birliği ülküsü, yeryüzündeki bütün Türklerin bir millet ve devlet halinde, bir bayrak altında toplanması ülküsüdür. Bunun tahakkuku, bazı kimselere ilk bakışta imkansız gibi görünebilir. Bazı kesimler, bunu zararlı bir hayal olarak da vasıflandırabilir. Fakat unutmamak lazım ki, her hakikat önce bir hayal ile başlar. Yine hatırlamak gerekir ki, 1919 yılında hür ve müstakil bir Türkiye kurmak için Gazi Mustafa Kemal Atatür’ün önderliğinde Anadolu’da dünyanın galiplerine karşı savaşa girişmek de çılgınlık ve hayal diye vasıflandırılmıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder